15 Haziran 2011 Çarşamba

Duble Eritmeli Karisik

4 yıl önce İzmir 'e gittiğimde tanıştım duble eritmeli karışıkla. Ondan sonrasında hatırladığım şey 58 kg'dan 72 kg'a gelmem :) Tabi bunda duble eritmeli karışığın suçu ne derseniz, siz de eğer her gece özellikle 12 civarsı ve sonrasında bundan 1 adet yerseniz görürsünüz :)
Bu Duble eritmeli karşığı'da en iyi yapan yerlerden bir tanesi Bornova Gediz Caddesi üzerinde bulunan Aynalı Büfe. Her ne kadar mezun olduğumu söylediğimde bana bir indirim yapmasalar da biz 4 yıl boyunca yaptıkları enfes karışıklar ile mide ziyafeti yaptık. O yüzden bu yazımı daha doğruzu lezzet durakları kategorimin ilk yazısını onlara armağan ediyorum. Eğer yolunuz Bornova'ya ya da küçükpark civarına düşerse bence gidip bir tadına bakın derim. Haydi şimdiden afiyet olsun.

1 Haziran 2011 Çarşamba

İstanbul Arka Sokak Lezzetleri

Gectiğimiz günlerde bir mail aldım ve mailde bu e-book vardı. Daha sonra sosyal medyada çeşitli ağlarda da paylaşıldığını görünce bende sizinle paylaşmak istedim. İstanbul'lu biri olarak, ilk sayfadan son sayfaya kadar tüm mekanları tek tek gezmek, ve bu mekanlarda yemek içmek istiyorum :)

İncir Reçeli filminde kahvaltı yapılan yer...


Son dönemin en popüler Türk filmlerinden biri İncir Reçeli. Geçen gün izlerken filmin bir sahnesinde kahvaltı yapılan bir mekan dikkatimi çekti. Mankaradan Unkapanı, Zeyrek taraflarında bir yer olduğunu anlamıştım ama mekanı bilemedim işte. Sonrasında arkadaşlarıma sorarak öğrendim burasını; mekan Balat Pastırmacılar yokuşundaki Molla Aşkı Kültür Terasıymış.

Adres: Ayvansaray Mah. Salma Tomruk Cad. Paşahamamı Sok. No:2 Fatih İstanbul


Ben İstanbul'a döndüğümde ilk fırsatta gitmeyi planlıyorum, eğer yolunuz düşerse sizin için de iyi bir İstanbul seyri olur.

15 Mayıs 2011 Pazar

Sevgili Sevil Mert ile tatlı bir sohbet...

Evet Sevgili okurlarım, uzun sayılabilecek bir zaman zarfının ardından güzel bir yazı ile huzurlarınıza geri dönmek istedim. Ama bu yazımız gezi yazısından çok öte bir röportaj olacak, ülkemizin önde gelen gezi bloglarından biri olan ‘Çok Okuyan Çok Gezen’ Blogunun patroniçesi Sevgili Sevil Mert ile sizin için tatlı bir sohbet gerçekleştirdim. Geçtiğimiz ay içinde kendisini İzmir’de misafir etme ve küçükte olsa kendisiyle bir Şirince gezisi yapma fırsatım oldu. Neyse lafı çok uzatmadan sorularıma başlayayım ben;

Selamlar,

1- Bize birazcık kendinizden bahseder misiniz?

1980 yılında Türkiye’nin haritadaki yeri en az bilinen şehri Burdur’da dünyaya geldim. Burdur Anadolu Lisesi, İstanbul Üniversitesi İşletme Lisansı ve Bahçeşehir Üniversitesi Pazarlama İletişimi Yüksek Lisansı’nı tamamladım. Üniversite sırasında çalışmaya başladığım bankacılık sektöründeki 6 yıllık alternatif dağıtım kanalları deneyimimden sonra 5 internet şirketinin kuruluşunda yer aldığım inkubatör bir şirketin (Embrio) yönetiminde yer aldım. 2010 yılı Mayıs ayından beri de Sigortam.net adlı Türkiye’deki tek online sigorta brokerında Pazarlama ve İş Geliştirmeden sorumlu Genel Müdür Yardımcısı olarak çalışıyorum.
Avrupa, Balkanlar ve Ortadoğu’da 30’dan fazla ülkeyi gezdim, gezi yazılarımı da başta Çok Okuyan Çok Gezen blogumda olmak üzere farklı internet sitelerinde ve dergilerde yayınlıyorum. Özellikle ucuz gezme konusuna uzmanlaşmıştım, kendimi aşağıdaki cümle ile tanımlıyorum:

Öğrenmenin sonu yok, yeni yerler görmek, yeni insanlar tanımak, yeni bilgilere ulaşmak, araştırmak, kendini geliştirmek hiç bitmeyecek bir yolculuk, ben de bu yolculukta bir garip seyyah…

Gezmek, yeni yerler görmek, yeni birşeyler öğrenmek ve bunları paylaşmak hayatımın önemli bir kısmını kaplıyor. Hayatımın başka bir vazgeçilmezleri ise internet, yenilik ve iletişim. Tüm bu zevklerimi biraraya getirince ortaya “Çok Okuyan, Çok Gezen” çıktı. Okuyup öğrendiklerimi gezilerimde deneyimliyor, okumayla öğrenilemeyecek tecrübeleri içine katıyor ve paylaşıyorum.

2- Profesyonel ve başarılı bir iş hayatının yanında ‘gezi blogu yazarlığı’ ya da ‘seyyah’lık merağı nereden geliyor?

Çocukken benim bakımımı üstlenen ve yetişmemde büyük emeği olan bir ninem vardı. Henüz yürümeye yeni başladığım zamanlarda beni önüne katardı, ben önde o arkada büyüdüğüm köyün sokaklarında gezerdik, hatırladığım ilk gezme hikayem bu :)

Sonrasında üniversitede turizm otelcilik okumak istemiştim ama başarılı bir öğrenciydim ve öğretmenlerim ve ailemi ancak işletmeye kadar ikna edebildim. Üniversiteye İstanbul’a geldiğimde ilk yaptığım şeylerden biri TÜRSAB’ın enformasyon memurluğu belgesini almak oldu. Yani aslında ben bu işe başta profesyonel bakıyordum. Lise hayatım ders çalışarak, üniversite hayatım da okul ve iş arasında geçtiği için o dönemde gezmek için pek fırsat bulamadım. Bu hikayenin uzun versiyonunu Kaynağım İnsan’da okuyabilirsiniz.

Okulları bitirip, işleri de biraz yola koyunca içimdeki seyyahı serbest bıraktım. Yurtiçi, yurtdışı her bulduğum fırsatı değerlendirmeye, görmediğim yerleri görmeye çalışıyorum. Ben böyle gezmeye başlayınca arkadaşlar, eş-dost bu konuda bana sürekli sorular sormaya başladılar. Hepsine ayrı ayrı cevap vermek yerine bunları yazayım, ihtiyacı olan herkes okusun diye düşünerek yola çıktım.






3- Size ‘gezi blogu yazarlığı’ nedir diye sorsam kısaca nasıl anlatırsınız? Bir insan niye gidip gördüğü yerleri yazsın ki :)


Gezi blogu yazmayı ben yazarlık olarak görmüyorum aslında. Ben kendi dilimde bir günlük tutuyorum, bunu edebi bir yanı yok. Hatta bazen kendi yazılarımı geri dönüp okuyunca kendi kendime kızıyorum, neden bu kadar özensiz yazdım diye. Halbuki bu benim gezi günlüğüm, deneyimleri, gezilerde başımdan geçenleri ya da geziye çıkmadan önceki heyecanımı yazıyorum sadece...

Gezi blogu yazmaya dediğim gibi önce sadece bildiklerimi paylaşayım diye başladım ama Çok Okuyan Çok Gezen’deki yazılarımın insanlara ilham vermeye başladığını farkedince ne kadar doğru birşey yaptığımın da farkına vardım :) Artık hiç tanımadığım insanlar seyahatleri konusunda benden fikir alıyor ya da akıl danışıyor. Pek çok gezme sevdalısı insanla blogum sayesinde tanıştım.

4- Blogunuzun adı ‘çok okuyan mı daha çok bilir yoksa çok gezen mi’ sözünden geliyor olmalı, peki sizce gerçekten hangisi daha çok bilir? ‘blogda son yazılarınızdan biri ama olsun’ :)

Öncelikle blogu bu kadar yakından takip ettiğin için teşekkür ederim :)

-Rica ederim :)

“Bilmek” kapsamı çok geniş, o yüzden sadece okuyan bilir, sadece gezen bilir, sadece yazan bilir gibi bir ayrım yapmak bana çok yanlış geliyor. Bilmek için okumak, yaşamak, yeniden yaşamak ve yeniden okumak gerek. Tüm bunları biriktirdikten sonra kendi baktığınız yerden bilmeye başlarsınız belki... Ama şundan kesin eminim sadece gezmek bilmek için yeterli değildir.
5- İnternet üzerinde kullandığınız bir mahlasınız var ‘E-lmayra’ bunun nereden geldiğini bize açıklar mısınız?

Bu soruyu son günlerde soran çok oluyor. Elmyra Duff aslında çocukluğumdan bir çizgi film karakteri. Hayvanları çılgınca seven bir karakter. Birkaç arkadaşım beni zamanında ona benzetmişlerdi, ben de bu sevimli karakteri önce Türkçeleştirdim, sonra da dijitalleştirdim :) Ortaya E-lmayra çıktı.

6- Şimdiye kadar ülkemizde kaç şehir gezdiniz ve sizi kendisine en hayran bırak yer neresi, lezzetini unutamadığınız yemek hangisi ve başınıza gelen en ilginç olay neydi?

Çok zor bir soru, açıkçası kaç şehir gezdim diye hiç saymadım. Akdeniz, Karadeniz, Marmara, Ege, İç Anadolu’da pek çok yeri gezdim. Doğu ve Güney Doğu kısmında zayıfım, yavaş yavaş eksiklerimi tamamlamaya çalışıyorum.

Klasik bir cevap olacak ama ülkemizin her köşesi birbirinden güzel. Hangisini ayırabilirim bilmiyorum. Karadeniz’in şimdilerde HESlerle delik deşik olan muhteşem yayları, doğası.. Hala gitmemiş herkese şiddetle tavsiye ediyorum. Ege’nin denizine hayranımdır, nereye gitsem bizim Ege gibisi yok derim. Boğazıma çok düşkünümdür, o yüzden ülkemde en sevdiğim şeylerden biri muhteşem mutfağımız... Her şehir için ayrı ayrı anlatabilirim. Ama bir et obur olarak kebap ailesinin yeri benim için ayrı... En son Hatay gezimde tepsi kebabına aşık olmuştum :)

Başıma gelen en ilginç olayı değil Anadolu’da sıklıkla yaşadığım birşey beni her defasında etkiliyor. İnsanların samimiyeti, içtenliği ve misafirlerini memnun etmek için gösterdikleri insan üstü çaba... İstanbul’da yaşayınca bu insani özellikleri ne yazık ki unutuyoruz.

7- Şimdi aynı soruyu yurtdışı için sormak istiyorum, hangi ülke, hangi lezzet ve hangi olay?

Ülkeler için de benzer bir durum söz konusu, arada bir fark var; bugüne kadar aşık olduğum bir şehir olmadı yurtdışında. Ben her şehrin farklı bir özelliğini seviyorum; Viyana’da kış günlerinde meydanlarda buz pateni yapanları, Ürdün’de çölde safariyi, Madrid’in gece gündüz durmayan temposunu... Muftak dersen bize yakın tatları seviyorum, o yüzden batıda İtalyan-İspanyol yemekleri, doğuda arap mezeleri...
Yurtdışında unutamadığım, bende büyük şaşkınlık yaratan olay Ortadoğu gezimde Halep’in en işlek meydanında yere serilen ekmeklerdi. Fırından çıkardıkları ekmekleri bildiğiniz kaldırımlara serip soğutup sonra geri toplayıp götürüyorlardı. O şaşkınlığımı size anlatamam. Ondan sonra temizlik anlayışımda ciddi değişiklik oldu.



















Ve son soru olarak klasik bir şey sormak istiyorum, ülkemizde ve sahip olduğumuz değerlerle yurtdışındakileri karşılaştırınca acaba ortaya nasıl farklar çıkıyor?




Bizde çok fazla kaynak var, değerini bilmiyoruz. Ben Türkiye aşığıyım, hatta nereye gitsem Türkiye’deki şurası buradan güzel gibi eşlemeler yapmadan edemiyorum. Ama biz ne yazık ki elimizdeki ne tarihin ne kültürün ne de doğal güzellikleri ne koruyabiliyoruz ne de pazarlayabiliyoruz. Türkiye deyince yurtdışında “Kuşadası, Kemer” den başka birşey bilmiyor yabancılar. Halbuki bunlar belki de en kötü örnekler. Başta İstanbul olmak üzere ülkemizin güzelliklerini daha çok anlatmamız lazım. Sırf bu yüzden kendi adıma bir adım atım, blogumun İngilizcesini de yazmayı düşünüyorum.



- Buraya kadar sorduğum sorulara verdiğiniz cevaplarda sesimi çıkarmadan sizi dinledim ama blogunuzu ingilizce içerik kazandırma fikriniz beni baya etkiledi, gerçekten çok güzel bir düşünce. Umuyorum ki bende kendi blogum üzerinden bu düşüncenize nacizane destek verebilirim.



Teşekkürler Erdal'cığım…



- Sevil Hanım asıl ben teşekkür ederim. Beni kırmayıp vakit ayırdınız. En kısa zamanda İstanbul'daki buluşmalarda görüşmek üzere ki hala bir Karadeniz Pide günü planımız var, onu unutmuş değilim ona göre... :)

İzmir Sasalı Doğal Yaşam Parkı

Herkese Selamlar; çok uzun sayılabilecek bir aradan sonra bir gezi yazısı ile karşınıza çıkmak istedim. İzmir'de geçtiğimiz senelerde açılan bir doğal yaşam parkı var. Ama gitmeye fırsatım olmamıştı. Dün hava çok güzel olup, evde de canımız sıkılınca ev arkadaşlarımla birlikte hadi gidelim deyip gittik sasalı doğal yaşam parkına. İyi ki de gitmişiz. Öncelikle tanıştırayım ilk fotoğraftaki minik fil, meşhur izmir bebek ve yanındaki de annesi begümcan. :)



Doğal yaşam parkına gitmek için Karşıyaka İskele durağından kalkan 777 numaralı otobüse binebilirsiniz. Normal otobüs ücreti alıyor. Sasalı doğal yaşam parkının giriş ücreti'de tam 2,5 TL, öğrenci ve çocuk 50 Kuruş.



Hemen girişte sağ tarafta kalan kafeslerde parkın kralları olan aslanlar sanki parkın korumalığını yapıyorlar. :)



Park içinde farklı türlerden yüzlerce hayvanı ve farklı bitki türlerini bulmanız mümkün. Alanı çok geniş, hiç durmadan hızlıca yürüyerek en az 2 saatini alabilecek kadar büyük hatta. :)




Ben aslen İstanbul'luyum, ilkokuldayken bizleri Darıca Hayvanat Bahçesine götürürlerdi ama burası gerçekten oraya nazaran çok daha güzel bir yer. Hayvanat bahçesinin ötesinde, bitkilendirmesi ve sosyal tesisleri ile kapsamlı bir alan. Kafetaryalarındaki fiyatlar çok uygun.



Hayvanlar insanlara öylesine alışmış ki sanki elinde fotoğraf makinası olan herkese ayrı ayrı poz veriyorlar. :)



Oldum olası sevmem sürüngenleri ve yılanları, onların olduğu yere geldiğimde içimi garip ve hoşuma gitmeyen duygular kapladı.



Efenim biz; İzmir Sasalı Doğal Yaşam Parkı'na gittik, gezdik, gördük, beğendik, eğer İzmir içindeyseniz özellikle ailenizle, çocuklarınızla gitmeniz tavsiye edilir, eğer İzmir dışından geldiyseniz ve vaktiniz varsa gidip görmeniz önerilir. İzmir'e böyle bir güzel alanı kazandıran herkese ben ayrı ayrı teşekkür ederim, gerçekten güzel bir hizmet örneği....



Bi' Büyük Blog

7 Aralık 2010 Salı

Denizli Pamukkale Karahayıt haftasonu gezisi

Çok uzun zaman sonra tekrardan karşınızda olmak güzel! Arada geçen zamanda çok yerlere gittik çok yerler gördük ama üzerine vakit ayırıp yazamadım birtürlü. Şimdi içimden sizinle bir yazı paylaşmak geldi. Aslında burayla ilgili daha önce bir yazı yazmıştım ama o zaman yanımda fotoğraf makinem olmadığı için o yazıyı fotoğraflarla destekleyememiştim. Ve şimdi 2-3 fotoğraf ile yeniden bir Denizli Pamukkale Karahayıt yazısı ile karşınızdayım.
Aile büyüklerim yılda 2-3 kere Pamukkale Karahayıt kasabasına sağlık turizmi için geliyorlar. Bende İzmir'den yanlarına geçiyorum. Gerçekten çok güzel sessiz sakin mekanlar. Suyu gerçekten şifalı. Eğer fırsatınız olursa gidilesi görülesi yerler arasında muhakkak olmalı.


Böyle mekanlara gittiğim zaman benim en çok üzüldüğüm konu, kendi vatandaşlarımızdan daha fazla yabancı tursitleri buralarda görmek. Ama ben gelecekte bizim de ülkemizin tüm güzelliklerini keşfedeceğimize hatta bu coğrafyanın bize dar gelip topyekün turizm atağına kalkacağımıza inanıyorum.


Neyse konumuza dönelim, Pamukkale denilen yer, yalnızca bizim bildiğimiz üzere travertenlerden ibaret bir mekan değil, ondan daha önce burası tarihin en önemli antik kentlerinden biri. Buraya giderken oraya birde bu gözle bakmak lazım.
Sonrasında bu gezimde beni en çok sevindiren olaylardan biri de; önceki yazımda belirttiğim üzere ve şurada tarifini verdiğim alabalık tesislerine birkez daha gitmiş olmam ama gittiğimde işletme sahiplerinde tanınıp izzeti ikramda bulunulmamdı. Özellikle mekanın sahibinin oğlunun, anne bak bu bizim tesisi internete yazan abi demesi çok hoşuma gitti.
Neyse umarım ömrümüz olursa yine gidip yine görmek isterim buraları...
*****
*****
5 aralık pazar günü, İzmir'de İzmir Blog Yazarları Aralık Ayı Buluşması gerçekleştirildi. Bende bir fiil orada bulunma şansını elde ettim. Çok güzel çok sıcak bir muhabbet ortamında güzel insanlarla birlikte olmak, sohbet etmek, sanallıktan sosyalliğe ya da reel hayata inmek için iyi oldu. Eğer fırsatınız olursa bundan sonraki buluşmalarda sizleri de bu buluşmalarda görmek istediklerinden şüpheniz olmasın.



26 Nisan 2010 Pazartesi

Gunubirlik İstanbul gezisi




Selamlar;

Geçtiğimiz günlerde blogum üzerinden ‘İstanbul’da günübirlik olarak nereler gezilebilir?’ şeklinde bir soru maili aldım, o maile cevaben şöyle bir cevap atmıştım, şimdi buradan yayınlamak istedim.

Acaba neler yapmaktan hoşlanırsınız? Yada meraklarınız nelerdir...

Mesela tarih seviyorsanız, kutsal yarımada Eminönü’nden Aksaray'a kadar
Gezilebilir (bu doğrultuda Mısır Çarşısı, Gülhane, Sultan Ahmet Camii, Ayasofya, Yerebatan Sarnıcı, Kapalı Çarşı, ve birçok tarihi eser bulmak mümkün) ya da Eyüp taraflarında Eyüp sultan ve Pierre Loti tepesi hemen
Karsısındaki Miniatürk görülesi yerler.

Eğlenmeyi ve içmeyi seviyorsanız, İstiklal caddesi ya da Anadolu
yakasında
Kadıköy bahariye caddesi uygun olabilir.

Sahil ve yeşillik derseniz, benim tek tercihim Şile olabilir ama merkeze
yaklaşık 70 km uzaklıkta. Onun yerine Anadolu kavağına gidilebilir
giderken, Üsküdar, Çengelköy, Beylerbeyi, Beykoz gibi muhitlerde çay
içilip sohbet edilebilir. Avrupa yakasında Rumeli kavağı ve aynı şekilde
giderken Ortaköy, Bebek, Sarıyer görülesi mekanlar.

Alışveriş derseniz, Kanyon, Cehavir’in, Anadolu yakasında Capitol ya da Real Meydan’ın ulaşımı çok kolay.

İstanbulu tepeden seyretmek için, istiklaldeyken Galata Kulesi, Anadolu yakasındayken Çamlıca tepesi idealdir.

Nargile ve Türk kahvesi için; tophane ya da Beyazıt’ta Balkan Türkleri
derneği denenebilir.

Eğer alkolsüz, aile tipi restaurantlar arıyorsanız; İBB'nin restaurantları
güzeldir, Fethi paşa, Burun bahçe, Florya, Sarı Köşk vb.
Şimdilik benden bu kadar, artı olan fikirlerinizi yorum olarak atarsanız, güzel bir paylaşım yapmış oluruz… :)